Bırak da Büyüyeyim Anne!
Ben de babamın ölümüne beş yıl inanamadım. Sonra bir gün dank etti. “Artık o yok.” Salondaki koltuğunda oturan, gözünde gözlüğü, elinde kalemi; altlarını çize çize okuduğu kitabı ve beni görünce “Hoş geldin kızım, iyi ki geldin,” diyen, gözleri gülerek bakan babam yok artık. O evde yok. Sarılın babanıza sevgiyle… Anne de gitti, baba da. Bir el ciğerimizi söküp aldı sanki.
Bayramlarda kahvaltılar hep eksiktir artık buruktur. Yine yapılsa da börekler, bayram tatlıları, aynı tadı vermez. Sarılacağın kimse yoksa tatile kaçarsın, kendinden kaçarsın hatıralardan kaçarsın… Hiç gitmeyecek sandığın kişi, aniden gidivermiştir. Biz, büyürüz zamansız.
Çünkü gözyaşıyla yazılmış her satıra inat, yaşam önünde uzanıyor, çimen bir yatak gibi. Hayat her zaman senin sevdiğin müziği çalmaz. O zaman sen notaları değiştir. Kendi müziğini çal gönlünce.
Zaten çok sevdiğim babamı kaybetmişken, daha birinin gidişine alışamamışken, onun acısı tazeyken, bir de seni kaybetmek yıktı beni. Sanki bir bıçağı kalbime sapladın ve gittin. Ve ben o bıçağı çıkarmaya korkuyorum. Çekip çıkarsam gittiğin andaki acının şiddetinden nefes alamayacağım sanki. Çünkü sonrasında sen yoksun. Sana adadığım yaşamıma uzaktan bakıyorum. İçim kanıyor ama olsun, iyi ki yaşamışım böyle güzel bir aşkı, sevgiyi. O el ele tutuşmalarımız, gözlerime tatlı tatlı bakışların kalacak bende, bir ömür boyu. Artık senden uzak ve özleyerek yaşamak acıtıyor canımı. Aslında aşk, acı çekmekmiş. Belki beni büyütecek bu aşk acısı. Hiç unutmadan üstü küllerle örtülü, durmadan kanayan bir yara olarak kalacak içimde, derinde, en derinde… Kalbimi avucuna bırakıp gidiyorum. Titriyorum. Masmavi bir gökyüzü yutuyor beni hiç unutulmayacak bir eylül sabahı. Uçurtması elinden alınmış bir çocuk gibi, üzgün gözlerle bakıyorum ardından.
(Tanıtım Bülteninden)
Ben de babamın ölümüne beş yıl inanamadım. Sonra bir gün dank etti. “Artık o yok.” Salondaki koltuğunda oturan, gözünde gözlüğü, elinde kalemi; altlarını çize çize okuduğu kitabı ve beni görünce “Hoş geldin kızım, iyi ki geldin,” diyen, gözleri gülerek bakan babam yok artık. O evde yok. Sarılın babanıza sevgiyle… Anne de gitti, baba da. Bir el ciğerimizi söküp aldı sanki.
Bayramlarda kahvaltılar hep eksiktir artık buruktur. Yine yapılsa da börekler, bayram tatlıları, aynı tadı vermez. Sarılacağın kimse yoksa tatile kaçarsın, kendinden kaçarsın hatıralardan kaçarsın… Hiç gitmeyecek sandığın kişi, aniden gidivermiştir. Biz, büyürüz zamansız.
Çünkü gözyaşıyla yazılmış her satıra inat, yaşam önünde uzanıyor, çimen bir yatak gibi. Hayat her zaman senin sevdiğin müziği çalmaz. O zaman sen notaları değiştir. Kendi müziğini çal gönlünce.
Zaten çok sevdiğim babamı kaybetmişken, daha birinin gidişine alışamamışken, onun acısı tazeyken, bir de seni kaybetmek yıktı beni. Sanki bir bıçağı kalbime sapladın ve gittin. Ve ben o bıçağı çıkarmaya korkuyorum. Çekip çıkarsam gittiğin andaki acının şiddetinden nefes alamayacağım sanki. Çünkü sonrasında sen yoksun. Sana adadığım yaşamıma uzaktan bakıyorum. İçim kanıyor ama olsun, iyi ki yaşamışım böyle güzel bir aşkı, sevgiyi. O el ele tutuşmalarımız, gözlerime tatlı tatlı bakışların kalacak bende, bir ömür boyu. Artık senden uzak ve özleyerek yaşamak acıtıyor canımı. Aslında aşk, acı çekmekmiş. Belki beni büyütecek bu aşk acısı. Hiç unutmadan üstü küllerle örtülü, durmadan kanayan bir yara olarak kalacak içimde, derinde, en derinde… Kalbimi avucuna bırakıp gidiyorum. Titriyorum. Masmavi bir gökyüzü yutuyor beni hiç unutulmayacak bir eylül sabahı. Uçurtması elinden alınmış bir çocuk gibi, üzgün gözlerle bakıyorum ardından.
(Tanıtım Bülteninden)