Kapı Çalınıyordu
“Renkli kalemlerim, renkli boyama kitaplarım, beni kanatlarında taşıyan kuşlarım vardı çocukluğumda. Bir de alaburus tıraşlı başımı kara kuzum diye okşayan anamın elleri vardı. Sen bizi kör karanlıklarda unuttukça o resimler ağarmazdı, kararırdı. Yıllar sonra çocukluğumu, ütüsüz pantolonlu, kırışık gömlekli gençliğimi nerede ne zaman yitirdiğimi aramaya çıktığımda bir hatanmışım gibi kapı hep yüzüme kapatılırdı. Sana sorduğum sorular yanıtsız kalırdı. Günlüğünden benim doğduğuma hiç sevinemediğin notunu okuduğumda bir fazlalık olduğumu anlamıştım artık o evde. Bu fazlalık duygusu ile yıllarca kıvranıp durdum. Anamın sancılı yalnızlığında kaşlarını yıkıp bana durmadan gülümseyen gülümserken de ağlayan yüzü kaldı gözlerimin önünde... Gülümserken yaşmağının ucuyla sildiği gözyaşları neden irileşerek yuvarlanıverirdi yanaklarından diye düşünerek büyüttüm çocukluğumu.
Şimdi hangi bilinçaltıyım ben diye yanıtını bulamadığım yeni sorular soruyorum durmadan kendime ve evrene. Hangi erdem hangi kibir sırtlamış götürdüğüm sırtımdaki bu kambur? Hangi günahın ürünüyüm ben? Bu kavgacı asi çocuk ben miyim? Bu dünya bana göre değil. Bu kavga benim değil. Hangi çağda kaldı oyunlarım? Oyuncaklarımı nerede yitirdim? Nereye dönsem nefreti kusuyor geçmişim. Nereye baksam hummalı bir sancı sarıyor bedenimi. Neyin yansıması bu iç yangınlarım? Bedenimin içindeki ben ben değilim. Hangi aşk doğurmuş beni? Hangi tanrı bahşetmiş bana yaşamı? Bu kin ve öfkenin nedeni ne? Bu kavga niye? Neden benle barışık değilim ben? Neden bana düşman oldu ezberlettiğin her sözcük şimdi? Kimim ben? Kimin nefreti dilimdeki bu ıslık baba?”
(Tanıtım Bülteninden)
“Renkli kalemlerim, renkli boyama kitaplarım, beni kanatlarında taşıyan kuşlarım vardı çocukluğumda. Bir de alaburus tıraşlı başımı kara kuzum diye okşayan anamın elleri vardı. Sen bizi kör karanlıklarda unuttukça o resimler ağarmazdı, kararırdı. Yıllar sonra çocukluğumu, ütüsüz pantolonlu, kırışık gömlekli gençliğimi nerede ne zaman yitirdiğimi aramaya çıktığımda bir hatanmışım gibi kapı hep yüzüme kapatılırdı. Sana sorduğum sorular yanıtsız kalırdı. Günlüğünden benim doğduğuma hiç sevinemediğin notunu okuduğumda bir fazlalık olduğumu anlamıştım artık o evde. Bu fazlalık duygusu ile yıllarca kıvranıp durdum. Anamın sancılı yalnızlığında kaşlarını yıkıp bana durmadan gülümseyen gülümserken de ağlayan yüzü kaldı gözlerimin önünde... Gülümserken yaşmağının ucuyla sildiği gözyaşları neden irileşerek yuvarlanıverirdi yanaklarından diye düşünerek büyüttüm çocukluğumu.
Şimdi hangi bilinçaltıyım ben diye yanıtını bulamadığım yeni sorular soruyorum durmadan kendime ve evrene. Hangi erdem hangi kibir sırtlamış götürdüğüm sırtımdaki bu kambur? Hangi günahın ürünüyüm ben? Bu kavgacı asi çocuk ben miyim? Bu dünya bana göre değil. Bu kavga benim değil. Hangi çağda kaldı oyunlarım? Oyuncaklarımı nerede yitirdim? Nereye dönsem nefreti kusuyor geçmişim. Nereye baksam hummalı bir sancı sarıyor bedenimi. Neyin yansıması bu iç yangınlarım? Bedenimin içindeki ben ben değilim. Hangi aşk doğurmuş beni? Hangi tanrı bahşetmiş bana yaşamı? Bu kin ve öfkenin nedeni ne? Bu kavga niye? Neden benle barışık değilim ben? Neden bana düşman oldu ezberlettiğin her sözcük şimdi? Kimim ben? Kimin nefreti dilimdeki bu ıslık baba?”
(Tanıtım Bülteninden)